Sunday 13 April 2014

MELİKE UÇKU, "GEORG SIMMEL, 'METROPOL VE ZİHİNSEL YAŞAM’ (1902)"

Melike Uçku
Georg Simmel ''Metropol ve Zihinsel Yaşam''

Georg Simmel, büyük şehirde yaşamanın bireyselleşmekle bağımlılaşmak arasında sürekli bir zihinsel gerilim yarattığına işaret eder. Birey tekilliğini korumak ister, ama metropolün vaad ettiği özgürlüklerden yararlanabilmek için görünmezleşmek ve normalleşmek zorundadır. Dahası herkesin birbirini yakından tanıdığı, dolayısıyla duygusal uyarıcıların daha doğrudan olduğu kırsal yaşamı, toplumsal baskının daha da  ağır ve derin formlarına rağmen özler. Bununla birlikte kırsal yaşama uzun süre dayanamaz. Çünkü metropolde kendisini ''öteki''nin hikayesinden tevarüs edebilecek duygusal uyarıcılara karşı kapatmayı, en azından seçici olmayı öğrenmiştir. Fakat metropol yaşamıda yalnızlığın ve görünmezleşmenin getirdiği zihinsel handikaplarla doludur. Simmel, modern zamanlardaki şehir yaşamını ve şehrin toplumsala olan etkisini ele almıştır. Özellikle metropole özgü bir birey tipinin baskın çıktığına ve bu birey tipinin özelliklerine yer vermiştir. ''Bu insan kalbinden ziyade zihniyle reaksiyon gösterir.'' Metropolde birçok ilişkinin temelinde ekonomik öğeler vardır ve para, metropol yaşamına yön verir. 'Para sadece herkese müşterek olanla ilgilenir: mübadele değerini talep eder ve bütün nitelik ve bireyselliği ''Kaça!'' sorusuna indirger. Bütün ilişkiler ticaret mantığına döner. Simmel, metropol insanının ilişkileri oldukça karmaşık ve değişkendir der. İnsan ilişkileri hep bir hesaplanabilirlik ve dakikliğe dayalıdır. Mesafe olarak bir yalnızlık söz konusu olsa da zihinsel olarak kişiler birbirinden hayli uzaktır. Simmel, kentleşme sorunsalı üzerinde durarak, bir şekilde ortaya çıkan toplumsal örgütlenmelerdeki ''yabancılık'' kavramına dikkat çekmektedir. ''Yabancının'', kent toplumunun kısa süreli bir üyesi olarak hayat bulduğunu iddia etmektedir. Yani yabancı, bugün kendisi gibi olanlarla aynı kentte olan ama yarın başka bir kente gidendir. Örneğin bir tüccar. Simmel, uygarlığın gelişiminde yabancının oynadığı rolün önemini ısrarla vurgulamaktadır. Kent insanı; etrafındaki herkesi satıcı ya da müşteri, hizmetçi, hatta çoğu kez ilişki kurmak zorunda olduğu kişi olarak görmektedir; çünkü kent ortamında üretimin tamamı piyasa için yapılmaktadır. Kentlerde farklı çıkarlara sahip pek çok insan ise, bir araya gelerek ilişki ve işlerini son derece karmaşık bir şekilde bütünleştirmektedir. İnsanların kentlerde, kendi kişiliklerini ortaya koymak gibi güç bir işle karşı karşıya olmaları belki de bunu onlara kanıksatmaktadır. Simmel bütün bunları özellikle Amerikalı sosyologlardan Avrupa ve Amerika'daki metropollerden edindiği izlenimlerle yazmıştır.  [1]
19. yüzyılın ikinci yarısında ve 20. yüzyılın ilk yarısında metropol, oldukça yeni bir kültürel boyuta yöneldi. Artık çok büyük bir kent ya da önemli bir ülkenin büyük başkentinden da fazla bir şeydi. Eski anlamıyla hem kentin hem de ulusun ötesinde, yeni ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkilerin oluşmaya başladığı yerdi; ve 20. yüzyılın ikinci yarısında, hiç değilse potansiyel olarak, bütün bir dünyaya yayılıp uzanacak olan ayrı bir tarihsel evreydi. Bu evre modernizmin vaat ettiklerinin bir bedeli olarak gelenekten kopmak, tarihi yıkmak demekti. Geleceği kurmak için eskiyi yıkmaktan yanaydı.2 Bu yıkım moderniteyi beraberinde getiriyordu. Modernite, geleneğin normalleştirici işlevlerine başkaldırır ve normatif olan her şeyi reddeder ve direnir. Bu yönüyle modernizm kendinden önceki kültürlerden farklı olarak geçmişte yaşamaktan çok, gelecekte yaşayan bir toplum daha teknik bir deyimle bir kurumlar bütünüdür. Modernitenin ve kapitalizmin insan yaşamında yarattığı temel dönüşümler; kırsal ilişkilere ve toprağa bağlı bir yaşam tarzına son vermesi, yaşamın kentlerde yoğunlaşması, kent ile arasındaki ilişkinin ters yüz edilmesi ve kentin toplumsal yaşamda merkez konuma gelmesi şeklindedir. Kapitalizm, üretimin kırsal bölgelerden koparak kentlerde yoğunlaşmasını kolaylaştıran bir ortamın oluşmasını sağlamıştır. Böylece kent, daha önceki yüzyıllardan farklı bir yapılanma içinde öne çıkmış ve insan yaşamlarının mekansal olarak ana eksenini oluşturmaya başlamıştır.3 Kırdan kente göç günümüzde de gözle görülür ve hissedilir şekilde hala devam etmektedir. İç kent ile genişleyen banliyöler ve gecekondu alanları arasındaki bölünme ya da ayrım da çarpıcıdır. Sermaye akışkanlığını kolaylaştırmak ve birikimini arttırmak yönündeki eğilim beraberinde yeni mekansal düzenlemeler getirmekte, eski çevreler sürekli olarak bir değişim döngüsü içine girmektedir.[2] Bunun en iyi örneği olarak günümüzdeki siteleşmeyi gösterebiliriz. Eski mahalle kültürümüzün son bulması, eski komşulukların, insanların birbirlerini tanıdığı, dertlerine ve sevinçlerine ortak oldukları mahalle kültürünün son bulması ve yerine soğuk yapılaşmaların, kalabalık insan gruplarının yer almasını ve paylaşımın son bulmasını örnek olarak verebiliriz. Modern kent, bir yabancılar kalabalığına dönüşmüştür. Kalabalığın içinde bireyin yalnızlığı söz konusu olmuştur. Milyonlarca insan doğduğu yerde büyümek, iş kurmak, evlenmek, ihtiyarlamak ve ölmek gibi aynı mekanda yaşam sürmek yerine okumak, işe girmek, terfi etmek için durmadan mekan değiştirmek zorunda kalmıştır. Bu durum da sürekli ve köklü beşeri ilişkileri zorlaştırmak, anlık, kısa süreli, araçsallaştırılmış, yüzeysel/biçimsel ilişkileri arttırmış; insanların yalnızlık içinde yaşamasına neden oluşturmuştur. Bununla bağlantılı olarak da kent mekanının kalabalıkları içindeki yalnızlık insanları kentten ve başka insanlardan korkar hale getirmiştir. Kentler akrabalık ve arkadaşlığın sınırlandığı, hayatın fragmanlaşmasıyla insanların ne birbirlerini ne de çevrelerini gerçekten görebildikleri, bakmadan yaşanan bir mekana dönüşmüştür.[3] Bu durum metropolde insanlar arası ilişkilerin, kırsal kesimlere nazaran daha seyrek olduğu gerçeğini göstermektedir. Kırsal kesimde insan ilişkileri daha güçlüdür. Depresyon riski çok azdır. Yardımlaşma fazladır. Metropolde insan ilişkileri mesafeli, soğuk. Depresyon riski fazla ve yardımlaşma çok azdır.  Zorlu iş koşulları, trafik, insanların kendilerine ve sevdiklerine vakit ayıramaması derken insanlar şehrin güzelliklerinden çok sıkıntılarını hatırlamaya başlarlar.[4] Ev ve iş arasında gidip gelen insan yığınları. İş yerleri ve ev arasında gidip gelen insanların, kendilerine ayıracak çok az bir vakitlerinin kalması ve hayattan haz alamamak insanları depresyona götürmektedir. Bu durum bireyin iş hayatını ve sosyal hayatını olumsuz yönde etkilemektedir. Metropolün insanları Marx ve Weber'in deyimiyle aynı bir ''kuş kafesine'' hapsettiğini ortaya koyabilmektedir.[5] Metropol hayatının da şehir hayatının da hem olumlu hem olumsuz yönleri vardır. Örneğin köyde hava tertemiz, doğaya yakın olabiliriz. İnsan ilişkileri daha yakındır. Hayattaki iyi ve kötü olaylarda birlikte olurlar. Köy hayatının olumsuz tarafları da vardır. Mesela kırsalda yüksek eğitim alamayız. Hastaneler de azdır. Ayrıca köyde iş zordur. Şehir hayatının da kalabalık, havasının kirliliği olumsuz taraflarından birkaçıdır. Şehirde insan ilişkileri zayıftır. Apartamlarda yaşayan insanlar birbirlerini tanımazlar. Şehir hayatı streslidir. Bütün bu olumsuz yönlerine rağmen olumlu yönleri de vardır. Yüksek öğretim görme imkanı, fazla sayıda hastaneler vardır. Şehirler istediğimiz şeyleri tüketebilmemiz için de bize muazzam imkanlar sağlar. Daha küçük yerlerde yaşamak demek yapılması gereken şeyleri yapmak demektir. Oysa şehirlerde ne yapmak istiyorsanız onu yapabilirsiniz. Örneğin: köyde yaşıyorsanız yemek yemek demek karnınızı doyurmak demektir. Oysa şehirdeyseniz size sunulan düzinelerce restauranttan birine gidip bir yemek ziyafeti çekebilirsiniz. Bu diğer şeyler içinde geçerlidir. Mesela giyinmek, boş zamanları değerlendirmek, çalışmak vb. Kısaca şehirler aslında insanlara hobilerini geliştirmek için de çeşitli imkanlar sunar. Modern kent hayatı insana belki rahatlık, konfor alanında çok şeyler sunmuş ama bunun karşılığı olarak da insanlardan insan olmaya dair birçok duygularını almıştır. Modern kentlerde çıkarları ve hırsları uğruna kendilerini diğer insanlardan duygusuzca yalıtmaktadırlar[6].
Metropoliten gelişmenin gücü yadsınamaz. Onun incelikle örülmüş özgürleştirici ve yabancılaştırıcı, temas sağlayıcı ve uzaklaştırıcı, uyarıcı ve standartlaştırıcı süreçleri hala güçlü bir biçimde ortadadır. Şehrin bizlere sunduğu yaşam tarzı ile kavgayı bırakmak ve buna uygun bir tutum takınarak barışı sağlamak kendi iç huzurumuzu da geri getirmektedir.[7]
 


[1] Bozan, İrfan, Yeni Aktüel Dergisi, sayı:15;
Aydoğan, Filiz, Tüketim Toplumu, Marmara Üniversitesi Dergisi, 2009, ss 203-215
[2] Williams, Raymond, age.
[3] Aydoğan, Filiz, age.
[4] Williams, Raymond, age.
[5] Aydoğan, Ahmet Weber-Tönnies-Simmel, Şehir ve Cemiyet, ss 222
[6] Gürkan, Hasan, age.
[7] Williams, Raymond, age.



KAYNAKÇALAR

AYDOĞAN, Filiz ‘’Tüketim Toplumu’’, Marmara Üniversitesi Dergisi, 2009, ss 203-215

AYDOĞAN, Ahmet  ‘’Şehir ve Cemiyet’’, Weber-Tönnies-Simmel, İz Yayıncılık, ss 222

GÜRKAN, Hasan ‘’Metropol Yaşam İçerisinde Yaşam Manipülasyonları ve Bireylerin ‘Özgür’lükleri’’, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Ağustos 2009, S.29 ss 219-234

WILLIAM, Roymand, ‘’Metropol Algıları ve Modernizmin Doğuşu, Birikim Dergisi, sayı: 35

1 comment:

  1. Metropol ve zihinsel yaşam makalesinin tam metnine nasıl ulaşabilirim. Yardımcı olabilirmisinz.

    ReplyDelete